Abonelik Facebook sayfamız

Page
: 944
Article : 81
Size : 2 x 11,2 x 8 inch
ISBN : 975-6782-40-4
Binding : Hardcover
Lang. : Turkish
  
   

C. Azerbaycan HanlıklarıTürkiye Selçukluları ve Beylikler Döneminde TeşkilâtTürkiye Selçukluları ve Beylikler Döneminde Toplum ve EkonomiA. ToplumB. EkonomiTürkiye Selçukluları ve Beylikler Döneminde Düşünce ve BilimA. DüşünceB. BilimTürkiye Selçukluları ve Beylikler Döneminde Dil ve EdebiyatA. DilB. EdebiyatTürkiye Selçukluları ve Beylikler Döneminde Kültür ve SanatA. Kültür ve Sanat HayatıB. Türkiye Selçukluları Sanatı



 Osmanlı
 The Great Ottoman Turkish Civilisation
 Genel Türk Tarihi
 The Turks

   
 

Introduction Foreword Preface Table of Contents Sample Articles Reviews Media and Us

Anadolu’nun Türk vatanı haline gelmesi, hiç şüphesiz, bu ülke üzerinde Türk siyasî varlığını devam ettirilmesinin yanında, Türk kültürünü yerleştirmek, kökleştirmek, geliştirmek ve bu kültürün kalcı damgalarını Anadolu’nun her tarafına vurmak ve hâkim kılmak için yapılan faaliyetlerle mümkün olabilmiştir. İşte 7. ciltte, Türk tarihinin bu en önemli olgusu incelenip ortaya konmaya çalışılmıştır. Dolayısıyla bu cilt, Türkiye Selçukluları ve Beylikler döneminde “devlet teşkilâtı”, “toplum ve ekonomi”, “düşünce ve bilim”, “dil ve edebiyat”, “kültür ve sanat” konularını kapsamaktadır.

Türklerin Orta Doğu İslâm dünyasında olduğu gibi, Anadolu’da da hâkimiyetlerini kurmaları ve devam ettirmeleri, güçlü devlet teşkilâtları ve orduları sayesinde gerçekleşebilmiştir. Büyük Selçuklu Devleti teşkilâtı, başta Türkiye Selçukluları olmak üzere Anadolu’da kurulan bütün Türk devletlerinde ve beyliklerinde pek az bir değişiklikle devam etmiştir. Onlar da, kendilerinden önceki Türk-İslâm devletlerinde olduğu gibi, İslâmî isim ve unvanların yanında, “tuğraî, atabey, sü-başı, beylerbeyi, elli başı, çavuş, bey ve paşa” gibi Türkçe isim ve unvanlar da alıp kullanmışlardır. Aynı şekilde, Artuklu, Mengücüklü, Saltuklu hükümdarları da “alp, kutlug, inanç, uluğ, tuğrul, inanç yabgu, alp tuğrul ve tegin” gibi Türkçe isimler ve unvanlar almışlar, paralarına da kendi boy damgalarını vurdurmuşlardır.

Anadolu’da kurulan Türk devletleri arasında en mükemmel ve en büyük teşkilâta, Türkiye Selçukluları sahip olmuşlardır. Türkiye Selçukluları, Büyük Selçuklulardan devraldıkları devlet teşkilâtını geliştirdikleri gibi, buna “Pervanecilik” gibi Anadolu’nun ihtiyaçlarına ve şartlarına uygun yeni müesseseler de eklemişlerdir. “Pervanecilik”, iskân faaliyetlerini yürütmekle görevli bir bakanlık (divan), olup, Türklerin Anadolu’da düzenli ve sistemli bir şekilde yerleşmelerinde, bu kurum başlıca rol oynamıştır.

Bilindiği gibi, Anadolu, Türkler tarafından fethedilmeden önce, çeşitli milletlerin yaşadığı bir ülke idi. Fakat, Bizans’ın kötü yönetimi ve istilâlar yüzünden nüfusu çok azalmış, birçok yer boş ve ıssız bir vaziyetteydi. Malazgirt Zaferi’nden (1071) sonra başlayan fetih sonucunda, Anadolu’nun nüfus durumu Türklerin lehine olarak değişmiştir. Özellikle, Danişmendliler, Mengücüklüler, Saltuklular, Artuklular zamanında Doğu Anadolu; Selçuklular zamanında İç Anadolu; Beylikler zamanında da Karadeniz, Ege, Marmara ve Akdeniz sahillerinde Türk nüfusu, yerli nüfus karşısında hâkim ve üstün duruma gelmiştir.

Selçuklu ve Beylikler döneminde Türk toplumu, “şehirliler, köylüler ve konar-göçer Türkmenler” olmak üzere üç ayrı gruptan oluşmaktaydı. Türklerde yerleşme ve şehir hayatı İslâmiyeten önce başlamış, İslâmî dönemde ise, giderek yaygınlaşmıştır. Türkler, Anadolu’da ele geçirdikleri şehirlere yerleştikleri gibi, kendileri de “Aksaray, Akşehir, Kırşehir, Beyşehir, Ilgın, Gülşehir ve Gümüş gibi yeni şehirler kurup yerleşmişlerdir. Tarihî kayıtlara göre, XIII. yüzyılda, Anadolu’da, nüfusu 100 bini aşan birçok şehir ortaya çıkmıştır ki, bu şehirlerdeki nüfusun çoğunluğunu Türkler oluşturmaktaydı.

Anadolu’daki Türk nüfusunun büyük bir kısmı, Türklerin kendi kurdukları köylerde toplanmıştır. Bunların bir kısmı ya bir Oğuz boyunun adını, ya da boy beyinin adını taşımaktaydı. Diğer taraftan, konar-göçer kitlelerin Anadolu’da yerleşik hayata geçmelerinde, Ahiler ve Türk dervişlerinin de önemli bir payı vardır. Bilindiği gibi, birçok köy, Ahi şeyhleri tarafından kurumuştur. Bugün Ankara ili sınırları içinde, bu faaliyetin bir hatırası olarak “Ahi” adını taşıyan dört adet köy bulunmaktadır.

Selçuklu ve Beylikler devri Anadolu Türk toplumunun en kalabalık ve en dinamik unsurunu, konar-göçer Türkmenler oluşturuyordu. Malazgirt zaferinden sonra birbirini izleyen dalgalar halinde akın akın Anadolu’ya gelen Türkmenler, genellikle kendi hayat tarzları için uygun bir yer olan uç bölgelerinde toplanmışlardır.

Selçuklu ve Beylikler dönemi, ekonomik faaliyetler bakımından son derece parlak bir dönemdir. Türk hükümdarları, izledikleri başarılı ekonomik politikalarla Selçuklu ve Beylikler dönemi Anadolu’sunda büyük bir zenginlik ve refah meydana getirmişlerdir. Özellikle, ticareti ve tarımı korumuşlar ve teşvik etmişlerdir. Zamanına göre çok ileri bir anlayışla, malları soyulan tüccarların zararı devlet hazinesinden ödenmiştir. Ekonominin altyapısı olan kervansaraylar ve yollar yapmak suretiyle Anadolu’yu dünya transit ticaretinin merkezi haline getirmişlerdir. Daha da önemlisi, Anadolu ekonomisini dünya ticaretine açarak, onunla bütünleştirmişlerdir. Bütün bu faaliyetler sonucunda Anadolu, Arap seyyahı İbn Batuta’nın ifadesiyle “refah ve şefkat ülkesi” haline gelmiştir.

Türk hükümdarları sadece ekonomik faaliyetlerin değil, ilmin ve ilim adamlarının da koruyucusu ve teşvikçisi olmuşlardır. Sühreverdî, Tiflisî, Muhammed ibn Gazi, Muhiddîn Arabî, İbn Baytar, Râzî, Kirmânî, Şirazî, Cezerî ve Cevherî gibi devrin ünlü filozofları ve ilim adamları Anadolu’ya gelmişler ve Türk hükümdarlarından himaye görerek, bazı eserlerini Anadolu’da yazmışlardır.

Türk hükümdarları, ilim adamlarını ve filozofları himaye ettikleri gibi, medreseler kurarak, ilmin gelişmesine ve yaygınlaşmasına da büyük destek vermişlerdir. Danişmendlilerin Tokat ve Niksar’da kurdukları ilk medreselerle başlayan bu faaliyet, Türkiye Selçukluları ve Beylikler döneminde bütün Anadolu şehirlerine yayılmıştır. Böylece Anadolu’da başta Konya olmak üzere Malatya Urfa, Diyarbakır, Kütahya, Kayseri, Sivas ve Kastamonu gibi büyük ilim ve kültür merkezleri ortaya çıkmıştır.

Türk dili ve edebiyatı Göktürk, Uygur ve Karahanlı dönemlerinde büyük bir gelişme gösterdikten sonra, Büyük Selçuklu Devleti zamanında duraklama dönemine girmiş; Türkiye Selçuklularının son zamanları ile Beylikler döneminde yeniden gelişmeye ve edebî mahsullerini vermeye başlamıştır. Bilindiği gibi, Türkçe’nin devlet ve toplum dili olmasında ilk çığırı açan Karamanoğlu Mehmed Bey’dir. Böylece Anadolu’da, Türkçe olarak, “Danişmendnâme, Battal Gazi, Sarı Saltuk ve Düsturnâme” gibi destan ve menkıbelerin yanında, Ahmet Yesevî şiirlerinin tesiriyle bir “tekke edebiyatı” çığırı açılmıştır. Bu çığır, Sultan Veled aracılığı ile Gülşehrî, Şeyhoğlu Mustafa, Ahmed Dâî, Ahmedî ve Âşık Paşa gibi klâsik Türk şiirini temsilcilerini hazırladığı gibi, Yunus Emre gibi erişilmesi mümkün olmayan zirveler de yetiştirmiştir. Öte yandan eserlerini Farsça yazmayı tercih eden Mevlânâ da, orta çağ mistik Türk-İslâm edebiyatının en büyük şairi olmuştur.

Türk kültürü ve Türk Dili, özellikle Anadolu Türk beylerinin şahsında kuvvetli birer koruyucu bulmuştur. Devrin en ünlü bilginlerini, ediplerini, şairlerini kendi himayeleri altında toplayan Anadolu Türk beyleri, onlara Arapça ve Farsça’dan eserler tercüme ettirdikleri gibi, Türkçe telif eserler de yazdırmışlardır. Anadolu Türk edebiyatının temelini oluşturan bu eserler, Türk manevî hayatının zenginleşmesinde, gelişmesinde ve yükselmesinde önemli rol oynamıştır.

Türk hükümdarları, Danişmendliler, Mengücüklüler, Saltuklular, Artuklular, Selçuklular ve Beylikler dönemlerinde cami, mescit, minare, türbe, kümbet, saray, medrese, hastane, han, kervansaray, hamam, şadırvan, çeşme, kale ve köprü türünden dinî, ilmî, medenî hizmet veren birçok eser yaptırmışlardır. Bu eserlerin, ihmal ve iklimin yıpratıcı etkisi yüzünden ancak pek azı zamanımıza ulaşabilmiştir.

Anadolu Türk mimarisinin en belirgin özelliği kubbedir. İlhamını Türk çadırından tipinden alan kubbe, başta türbeler olmak üzere cami ve medrese gibi mimarî eserlerde hâkim görünüm kazanmıştır. Özellikle, kubbe-eyvan birleşmesi, daha önceki yapılarda görülmeyen, Türklere özgü bir mimarî tarzıdır. Birbiriyle güç kaynaşan unsurları bir araya getirip, bunları bir senteze ulaştırmada son derece başarı gösteren Türkiye Türkleri, kubbelerle birleştirilmiş, dört eyvanlı birçok medrese ve cami inşa etmişlerdir. Ayrıca, silindirik ve ince minareler de, Anadolu Türk sanatının emsalsiz örnekleri olarak kabul edilmektedir.

Anadolu’daki Türk mimarî eserlerin birçoğu çinilerle kaplı olup, stilize bitki ve geometrik motiflerle süslüdürler. Sekizgenlerden meydana gelen dörtlü düğümler ve bunların ortasında oluşan yıldız şekilleri, Türk sanatının değişmez motiflerinden biri olarak bütün önemli eserlerde görülür.

Kervansaraylar ise, gerek mimarî yapıları, gerekse verdiği hizmetler bakımından dünyada bir emsali dahi bulunmayan eserlerdir. Ticaret yolları üzerinde, birer günlük mesafelerde (35-40 km) inşa edilmiş olan kervansaraylar, yaz-kış devamlı olarak kervanlara ve yolculara hizmet veriyordu. Yolcular, soy ve din farkı gözetilmeksizin üç gün burada misafir ediliyordu. Hastalananların tedavisi yapılıyor, ilâçları veriliyor ve hayvanlarına bakılıyordu. Bu, hiçbir millette ve hiçbir devlette görülmeyen sosyal bir hizmetti.

Türkler, Selçuklu ve Beylikler döneminde, teşkilâtlarıyla, farklı toplum ve ekonomi anlayışlarıyla, düşünce ve ilimde, dil ve edebiyatta, kültür ve sanatta yarattıkları yeni değerler ve ortaya koydukları eserlerle Anadolu’nun çehresini tamamen değiştirmişlerdir. Şüphesiz bütün bu faaliyetler, Osmanlı devrindeki büyük gelişmenin temelini oluşturmuştur. Aksi taktirde Osmanlı Devletinin birden büyümesi ve gelişmesi mümkün olamazdı.



About Us | Ottoman Project
Turkish-History | Other Publications | Symposium
Contact Us | Search | Links

Copyright © 2013 Yeni Turkiye